deyimb
Baba adam: Ağır başlı, iyi yürekli, olgun, hoşgörülü, yaşlıca adam."Ne baba adammış meğer, ailesinden değil, komşularından bile kimseyi ihmal etmedi."Babası tutmak (veya babaları üstünde olmak): Çok fazla öfkelenmek, kızgınlığı her hâliyle belli olmak."İş meselesini konuşamadım, çünkü babaları üstündeydi odasına girdiğimde."
Babana rahmet: "Yaptığın iş, söylediğin söz çok yerinde; Allah senden razı olsun" anlamında hoşnutluk, memnunluk bildirmek için kullanılır.
Baba ocağı (evi veya yurdu): Dededen, babadan kalma ev; toprak, yurt."Borçları yüzünden baba evini satmak zorunda kaldı."
Babasının hayrına (mı?): Hiçbir çıkar gözetmeksizin."Babasının hayrına mı yaptı sanıyorsun senin işini?"
Bağ bozmak (bağbozumu): 1. Bağda son kalan ürünün toplanması. 2. Bu işlerin yapıldığı mevsim (güz), gün."Bağbozumu besmele ile başlarsa bereketli olur."
Bağrına basmak: 1. Kucaklamak, kolları ile sararak göğsüne yaslamak. 2. Birini gözetip kayırmak, koruyup yetiştirmek."Amcası, yeğenini bağrına basmakta geçikmedi."
Bağrına taş basmak: Uğradığı zarara, felakate sesini çıkarmadan katlanmak."Evi yıkılan Hasan bağrına taş basmaktan başka bir yol bulamadı."
Bağrını delmek: İçine işlemek, pek dokunmak, dertli olmasına yol açmak."Yurdundan kovulması, şairin bağrını deldi."
Bağrı yanık: Çok acı çekmiş; dert, sıkıntı, darlık, kahır görmüş; yaslı."Nice bağrı yanık insanlar yaşamış bu topraklarda."
Bahse girmek: Görüşünde veya iddiasında haklı çıkacak tarafa bir şey verilmesini kabul eden sözlü anlaşma yapmak."Erken kalkmak konusunda onunla bahse girdik."
Bahtı kara: Mutsuz, dertten kurtulamayan, işleri hep ters giden."Allahım, şu bahtı kara kuluna yardım et de düzlüğe çıksın!"
Baklayı ağzından çıkarmak: Sabrı tükenip o zamana kadar sakladığı şeyleri söylemek."Yeter artık, çıkar ağzından şu baklayı!"
Bal alacak çiçeği bilmek: Çıkar sağlanacak yeri veya şeyi bulmak, bu konuda nasıl hareket edileceğini bilmek."Onun bal alacak çiçeği bilmede üstüne yoktur."
Baldırı çıplak: İşsiz güçsüz, serseri, başı boş, ayak takımından."Sokaklar baldırı çıplaklardan geçilmiyor."
Bal dök (de) yala: Bir yerin çok temiz, pırıl pırıl olduğunu anlatmak için kullanılır."Odayı öyle elden geçirmiş ki bal dök de yala!"
Balgam atmak: Bir iş ya da konu üzerinde kuşku uyandıracak söz söylemek."Lütfen sus, ortaya bir balgam atıp da insanı huzursuz etme."
Bal gibi: 1. Çok tatlı. 2. Çok iyi, adamakıllı, pekâlâ."Bal gibi iş, daha ne duruyorsun?"
Balık etinde: Ne şişman, ne zayıf; biçimli, kilosu yerinde olan.
Balık istifi: Çok sıkışık bir durumda."Otobüs, balık istifi gibi yerleşmiş insanları zor taşıyordu."
Balık kavağa çıkınca: Gerçekleşmesi mümkün olmayacak işleri anlatmak için kullanılır."O kız, o çocukla ancak balık kavağa çıkınca evlenir."
Balon uçurmak: İlgililerin ne diyeceklerini anlamak veya insanların telâşlanmalarını sağlamak amacıyla aslı olmayan bir haber yaymak."Askerliğin kısalmasıyla ilgili bir balon uçurdu, buna sonra kendisi de inanmaya başladı."
Balta olmak: Musallat olmak, asılmak, direnerek bir şey istemek, istediğini yaptırmak için sürekli ısrar etmek."İnsanın başına balta olan kişileri sevmek mümkün değil."
Baltayı taşa vurmak: Bilmeyerek karşısındakini kıracak söz söylemek, pot kırmak."Baltayı taşa vurunca öyle utandı ki sormayın gitsin."
Bam teline basmak: Bir kimseyi, duyarlılık gösterdiği konuda kızdıracak söz söylemek, öfkelendirecek bir şey yapmak."Bir insanı delirtmek mi istiyorsun? Onun bam teline basacaksın."
Bana mısın dememek: Aldırış etmemek, ona hiçbir şey etkili olmamak."Sırtına o kadar yük vurdular, adam yine de bana mısın demedi."
Barut fıçısı: Her an karışıklık, kavga ve savaşın çıkacağı yer."Nereden çıktığı belli olmayan bir ses, meydanı bir anda barut fıçısına döndürdü."
Barut kesilmek: Çok öfkelenmek, kızmak, sinirlenmek."Elektriği bağlanmayan adam barut kesilmiş, etrafa bağırıp duruyordu."
Basıp gitmek: Aklına koyduğu şeyi yapmak amacıyla, o an bulunduğu yerden kimseye danışmadan ayrılmak."Öyle her aklına estiğinde basıp gidemezsin buradan."
Basireti bağlanmak: Gerçeği göremez, iyi düşünüp kavrayamaz bir duruma düşmek."Öylece kalakaldım, ne yapacağımı bilemiyorum, basiretim bağlandı âdeta."
Baskın çıkmak: Üstünlüğünü göstermek, karşısındakini geçmek."Koşuda değil, ancak güreşte baskın çıkarım ona."
Bastığı yeri bilmemek: 1. Çok fazla sevinmek. 2. Dengesiz hareketlerde bulunmak, durumunu kontrol edememek, şaşkınlıktan nerede olduğunu bilememek."Eşinin ölümünden sonra bastığı yeri bilmez bir adam oldu."
Baston (kazık) yutmuş gibi: Dimdik duran, yürüyen kimsenin durumu."Baston yutmuş gibi ortalıkta dolaşıp da asabımı bozma!"
Başa baş (gelmek): Birbirine denk, eşit olmak; birlikte olmak."Takımlar başa baş bir mücadele verdiler."
Başa çıkarmak: 1. Bir işi bitirmek, sona erdirmek, başarmak. 2. Bir kişiye aşırı ölçüde ilgi gösterip çok şımartmak."Ona biraz daha yüz verirsen başına çıkacak, söylediğini yapmayacak."
Başa çıkmak: Gücünün üstünlüğünü kanıtlamak, bir şeye gücü yetmek."Onunla başa çıkabilirim, merak etme sen."
Başa geçmek: 1. En üstün yeri almak. 2. Herhangi bir konu önemce ilk sırayı almak."Ülkede ekonomik yolsuzluklar başa geçti."
Başa gelmek: Kötü bir duruma uğramak."Kim demiş başa gelen çekilir diye?"
Başa güreşmek: 1. Yağlı güreşte başpehlivanlık için güreşmek. 2. En üstün sonucu almak için mücadele etmek, yarışmada birinciliği almak için uğraşmak."Takımımız öteden beri başa güreşir."
Baş ağrısı: Varlığı tedirginlik verici şey, rahatsız edici kimse."Sen ne baş ağrısı bir adammışsın meğer!"
Baş ağrıtmak: Yerli yersiz konuşarak, gereksiz sözler söyleyerek, çok konuşarak birisini rahatsız etmek."Baş ağrıtmakta üstüne yoktur senin."
Başa (başına) kakmak: Yapılan iyiliği yüzüne vurarak birisini üzmek, incitmek."Üç kuruş verdi, üç gün geçmeden başına kaktı."
Baş alamamak: Çok uğraştıran bir konudan kurtulup da vakit ve fırsat bulamamak."Şu çocuklarla uğraşmaktan baş alamıyorum ki sana geleyim."
Baş aşağı gitmek: Sürekli kötüleşmek, zarar görmek."Baş aşağı giden işlerinin önünü alamadı bir türlü."
Baş başa kalmak: Biriyle yalnız kalmak, iki kişi bir arada yalnız kalmak."Misafirler gittikten sonra baş başa kaldılar."
Baş başa (kafa kafaya) vermek: Birbirinin düşüncesinden yararlanmak üzere birkaç kişi toplanıp bir konuyu görüşmek, bir konuda dertleşmek."Bu sorunu ancak baş başa vermekle çözebiliriz."
Baş belâsı: Sürekli rahatsız eden, yük olan, bir kimseye musallat olup sıkıntı veren ve uzaklaştırılamayan kişi ya da şey."Şu baş belâsı adamı uzaklaştırırsanız sevindirirsiniz beni."
Baş çekmek: Ön ayak olmak, öncülük etmek."Hayatı boyunca baş çeken bir adam olarak yaşadı."
Baş edememek: Gücü yetmemek, başarı kazanamamak, bir işi başarmakta zorluk çekmek."Şu uysal insanlarla baş edemezsen kiminle edeceksin!"
Baş eğmek: Direnmekte vazgeçip güçlünün buyruğuna girmek, teslim olmak."Türk milletine baş eğdiremezsin."
Baş göstermek: Ortaya çıkmak, belirmek, vuku bulmak."Milletimiz baş gösteren bu yeni fikri kısa zamanda benimseyecektir."
Baş göz etmek: Evlendirmek."Şu kızı da bir baş göz edersem gözüm arkada kalmayacak."
Başı ağrımak: Bir işten dolayı sorumlu duruma düşmek, kaygu çekmek."Sana güveniyorum, başımı ağrıtmayacağına eminim, haydi güle güle git."
Başı altından çıkmak: Kötü bir şey, kötü bir durum, birinin gizli düzeni ve tertibiyle meydana gelmek."Böyle şeyler bilirim ki senin başının altından çıkar, şimdi bana doğruyu söyle, kim kırdı vazoyu."
Başı bağlı olmak: 1. Evli ya da nişanlı olmak. 2. Serbest, özgür olmayan, bir yere bağımlı olan."Nihayet oğlanın da başını bağladık."
Başı boş bırakmak: Bir kimsenin üzerindeki denetimi ve gözetimi kaldırmak, kendi bildiğine bırakmak."Çocuk dediğin başı boş bırakılmaya gelmez."
Başı darda kalmak (başı dara düşmek): Çok sıkıntılı, çaresiz bir durumda olmak; parasızlıktan dolayı güç bir durumda kalmak."Başı darda kalan insanlara yardım etmek insanlık borcudur."
Başı derde girmek: Can sıkıcı, üzücü, istemediği bir duruma düşmek."Şu kendini bilmez adamla başım derde girsin istemiyorum."
Başı dik gezmek: Utanılacak bir durumu olmadan, onurlu şekilde toplumda yer almak."Başı dik gezen insanları sevmemek elde değil."